Futbol’un asla sadece futbol olmadığını kanıtlamaya çalıştığımız dönemler geride kaldı. Şimdilerde ise futbolun daha çok futbol gibi kalması için mücadele ediyoruz. Sevdiğimiz oyunu elimizden alıp cilalı bir ürün haline getirmeye çalışanlarla savaşırken bize ilham veren hikayeler, tribünler ve renkler görmek hoş. Bu yazıda Madrid’in bir kenar mahallesine doğru ufak bir yolculuğa çıkıp, ilham veren bir hikâyeye bakacağız.
Futbol ve Madrid
Futbol hastalığı yayılmaya başladığında, Madrid’in bu hastalığa karşı bir bağışıklığı olmadığı yavaş yavaş anlaşılmıştı. Futbolu İspanya’ya ilk getirenler, İngiltere’de eğitim görmüş İspanyol öğrencilerdi. Bu öğrenciler Ada ülkesinde yakalandıkları hastalığı en hızlı biçimde kendi ülkelerine adapte ettiler. 20 yıl içinde hem Madrid’in tüm sokaklarına hem de tüm İspanya’ya bu hastalık yekten yayılmıştı. Franco’nun kontrolü ele aldığı diktatörlük yıllarında ise futbol İspanya’da çoktan çığırından çıkmış, kitlelerin sadece eğlence için değil kendi fikirlerini paylaşabildikleri kişilerle bir araya gelme sebeplerinden biri olmuştu bile.
Düşmeyen şehir, Madrid
İspanyol futbolundan bahsederken ülkenin yakın tarihini hiçbir şekilde ayrı tutamıyoruz. İspanya sosyal ve kültürel yapısının her yerinde iç savaşın etkilerini görmek mümkün. Madrid ise bunu en net gördüğümüz şehirlerin başında geliyor.
İspanya iç savaşı sırasında Madrid 2,5 yıl boyunca hiçbir zaman düşmemiştir. Madrid’in resmi olarak düştüğü tarih olan 1939 yılında, şehre gelen faşistlere karşı çıkan olmadı. Çünkü o tarihte artık savaş bitmiş ve cumhuriyet kaybetmişti. Dolayısıyla karşı çıkmanın artık bir anlamı kalmamıştı. Daha çok kanın akmasının bir anlamı olmadığı için şehir teslim edildi. Ancak o tarihe kadar, yani 2,5 yıl boyunca Madrid hep direndi, hep savaştı.
Bu büyük direnişin paydaşları elbette çok olmakla beraber, popüler fikirlerden birisi de uluslararası öğrencilerden oluşan 15. Tugayın yoğun direnişidir. Dünyanın birçok farklı ülkesinden gelmiş olan yabancıların savunduğu Madrid, bu yabancıların sayesinde uzun süre direnmiştir.
Diktatörlük Altında Yıllar
İspanya iç savaşından galip çıkan Franco’nun diktatörlüğü altında ezilen İspanya’da başkent Madrid doğal olarak en büyük iş ve aş merkeziydi. Türkiye’den de tanıdık gelen 1950’ler sırasındaki sanayileşme ve hemen ardından gelen şehirleşme hareketleri burada da görüldü. Yine tıpkı bizdeki gibi ilk göç dalgası da bu dönemlerde başladı.
Madrid’e göçenler, kendilerine gecekondu kurmadılar belki ama şehir merkezine de giremediler. Şehrin etrafına, daha dış taraflarına doğru konumlandılar. Şehri çevreleyen M-30 çevreyolunun hemen kıyısına, Madrid’in güneyine gelenler ise Vallecas mahallesine yerleştiler.
Vallecas’a önce İspanya’nın her yerinden insanlar geldi. Önce İspanyollar “yabancı” olarak tanımlandı burada. Tam anlamıyla bir göçmen mahallesi olmuştu ve o dönemler hatırı sayılır şekilde “tehlikeli” addediliyordu. Bu tehlikeli mahalleye daha sonra İspanyol olmayanlar da geldi. Yabancı kavramı hiçbri zaman önemli bir oldu olmadı burada çünkü bu mahallenin kendine ait değerleri vardı: Sosyalizm.
Vallecas’ta sosyalizm kültürünün 19. Yüzyıla kadar dayandığı, hatta buranın iç savaş sırasında da bir toplanma mekânı olarak kullanıldığı biliniyor. Ancak 50’lerde yaşanan göç dalgası ve işçi sınıfının burada toplanması, mahallenin kendi kültürüyle de bir araya gelince, büyük bir sosyalist merkez oluşuyor. Öyle ki Vallecas’ın ilk seçilmiş belediye başkanı olan Amos Acero, büyük bir sosyalist. 1931 yılında seçimle başa gelen bu öğretmen, yaklaşık 8 yıl yıl boyunca mahalleye hizmet ediyor. 1939 yılında başına Franco tarafından ödül konulunca mahalleden kaçmak zorunda kalıyor. Faşist diktatörlük Acero’yu Alicante rıhtımında yakalıyor ve çeşitli toplama kamplarında çalıştırılıyor. 1941 yılında ise idam ediliyor. Son sözleri: “İleride, tüm bunlar değişirse, Vallecas’a, halkımın yanına, benim yönümü değiştiren insanların arasına gömülmek istiyorum” oluyor. Sonrasında bu dileği de gerçekleşiyor.
Rayo Vallecano’nun Kuruluşu
Rayo Vallecano kulübü ise, bu mahallenin kültürü ile yoğrulmuş, sosyalist gençler tarafından 1912 yılında kuruluyor. Kurulduğu günden bu yana, tohumların atıldığı ve Vallecas’ın sahip olduğu değerlerden hiçbir şekilde uzaklaşmadan günümüze kadar geliyor. Rayo Vallecano, 1900’lerin başından ilk göç dalgasına, Franco’nun yıkılışından günümüze kadar hep Vallecas’ın sosyalist değerlerini taşıyarak ilerliyor. Bu mahalledekiler için Rayo, bir futbol takımı değil, bir din. Alt sınıftan olmalarıyla övünen bir grup insanın övünçlerini ve sevinçlerini, yekliklerini ve dayanışmalarını, hüzünlerini ve öfkelerini paylaştıkları bir organizasyon.
Dünyanın ve İspanya’nın birçok yerinden gelen, Madrid’in hala bir kenar mahallesi olan bu takımın taraftarları, anti faşizm, sosyalizm, işçi hakları, çocuk hakları, LGBTIQ+ hakları, endüstriyel futbol karşıtlığı gibi birçok değerde birleşmiş durumdalar.
Rayo Vallecano Kulüp Kültürü
Dünyanın en büyük liglerinden biri olan La Liga’nın politik olarak en aktif, en farkında taraftarlarına sahip olmak kolay değil. Bu kadar büyük bir ligde mücadele etmek istiyorsanız en azından kulüp olarak kapitalistleşmeniz şart. Yine de Vallecas taraftarı bu konuda direniyorlar.
Örneğin maç biletleri hiçbir şekilde hala online olarak alınamıyor. E-bilet seçeneğini konuşmak bile günah. Maç günü maça gitmek isterseniz stada gidip sıraya girip biletinizini satın almak zorundasınız. Bunun birçok nedeni var tabii ki. Online olarak fişlenmek istememek öncelikle herkesin hakkı. Bunun yanında Rayo taraftarları, biletlerin online sisteme geçmesi durumunda işini kaybedecek olan kulüp emekçilerini de düşünüyor bu sistemi devam ettirirken. Ayrıca endüstriyelleşme ve kapitalistleşmeye ne kadar karşı durabilirsen o kadar iyidir. Yıllardır yenilenmeyen ve 60 yıldan fazladır aynı yerde duran statları da buna bir örnek.
Bir diğer örnek ise yakın zamandan. Başka bir yazımızda uzun uzun açıklayacağımız olay, Roman Zozulya’nın Rayo’ya transferinin Vallecano taraftarları tarafından engellenişi. Nazi sempatizanı bir Ukraynalı olan Roman Zozulyan, 2 yıl Real Betis’te forma giydikten sonra 2016 yılında Vallecano’ya kiralandı. Ancak tribünler çok sert tepkiler gösterdiler ve Rayo yönetimi Zozulya’nın transferini iptal etmek zorunda kaldı.
La Vida Pirata: Bukaneros
“Tanrı akıl dağıtırken biz en ufağını almışız ama tanrı taşak dağıtırken en büyüğü bize gelmiş.”
Bir eylül akşamı oynanan La Liga maçına gittiğimde tanıştığım Bukaneros taraftarının bana söylediği söz… Rayo Vallecano’nun en etkili taraftar grubu olan Bukaneros taraftarları gerçekten bu sözü hak ediyorlar. Mahalle’nin kültürünü ölümüne yaşatan bu taraftar grubu La Liga’nın en etkili antifa gruplarından. Maç sırasında açtıkları pankartlarda yazan politik ifadeler, açılan anti Nazi flamaları, LGBTIQ+ bayrakları, Che Guavera figürleri ve eşsiz besteleriyle hak ettikleri değeri almayan taraftar gruplarından.
Her ne kadar kendilerinin çok umurunda olmasa bile Bukaneros, La Liga taraftarlarının yüz akı. Çünkü Bukaneros, boka batmış futbol dünyasında birçok işçiyi, göçmeni ve yabancıyı kendi içerisinde barındırıyor. Barındırmakla kalmıyor, boka batmış ve gittikçe faşizanlaşan dünyaya karşı Madrid’i ve kendi mahallelerini koruyorlar. Tıpkı yıllar önce Madrid’i koruyan 15. yabancılar tugayındaki uluslararası öğrenciler gibi…
Kapanış Bukanerostan gelsin: “La Vida Pirata, La Vida Mejor. Sin tarabajar, sin estudiar” kabaca çevirisi “Korsan yaşamı, en güzel yaşam, çalışmak yok, okumak yok”.