“Tutto passa” ya da “Hey gidi zaman”

trabzonspor ve napoli benzerliği

“Trabzonspor taşralı olmaktan gelen ezikliğin, merkez karşısında ikinci derecede veya gölgede bırakılmış olmaktan sıyrılmak isteyen kompleksli yaranma tutumunun değil, otantik inisiyatifin sembolüdür. Trabzonspor ile birlikte desteklenen şey ihmale uğramışların başarıya olan özlemleri değil, kendilerinde cevher bulunduğuna inananların inisiyatifi elden bırakmama kararlılığıdır.”*

İnsanların hayatla kurduğu anlamlı ilişkilerin yozlaştığı, güzelliklerin sadece bir avuç seçkinin elinde esir tutulduğu, salt mukavemet haline dönüşen “yaşam” içinde hala tutunduğumuz sahici hikayeler yeşerebiliyor. Sevgiyle, tutkuyla veya bir aidiyet bağı ile ördüğümüz çoğu şey yozlaştı, kabul ediyoruz. Yine de terk etmiyoruz burayı ve kendimize benzeyenlerle yan yana gelmeye yemin ediyoruz.

Trabzonspor ve SSC Napoli. Gerek nicel gerekse nitel özellikleriyle birbirine benzeyen iki şehrin futbol takımları. Bu iki liman kentinin, kendi ülkelerindeki en büyük iki şehrin gölgesinde kaldığı bir gerçektir: Milano ve Roma, İstanbul ve Ankara. Kaderin cilvesi o ki, diğer büyük şehirlerin gölgesinde kalan bu iki “kader ortağı”, geçmişlerinde yüzyıllar boyunca kendi imparatorluklarına sahiptiler: Napoli İmparatorluğu ve Trabzon İmparatorluğu -diğer adıyla Lazistan Krallığı-.

Şehirlerinin takımları dışında herhangi bir takımın, en azından kendi çöplüklerinde, güç haline gelmesine şiddetle karşı olan ve şehirlerinin süsünü sadece kendilerine saklayan insanların benzer hikayesi. Trabzonspor, birinci lige çıktıktan kısa bir zaman sonra İstanbul hegemonyasını yıkan ve “sui generis” karakteri ile tarih sahnesinde yerini almış bir takım. Napoli ise Trabzonspor kadar geç ve hızlı girmediği birinci lig arenasında uzun zamandır yer alıyor. Ancak bu iki takımın yakın zamanda yazdığı hikayeler, imparatorluk yıllarındaki güçleri ve merkezi muktedirler karşısında “mağlup” olmaları gibi birbirleriyle tekrar kesişti. Son şampiyonluk sevincini 1983-84 sezonunda yaşayan Trabzonspor, 38 yıl aradan sonra Kazım Koyuncu’nun “Çık yukarı, ezilsin İstanbul ağaları” diyerek tahayyül ettiği gibi ezici bir üstünlükle şampiyon oldu. 1989-90 sezonundan bu yana şampiyon olamayan Napoli ise, 33 yıllık hasretine son vererek “son şampiyon” sıfatını haiz konuma gelmeyi başardı.

Futbol; -hala bir avuç duygusal aptal olmakta ısrar edenler için- sadece galibiyet, kupa, yıldız transfer, topla oynama yüzdesi anlamına gelmiyor. Yeşil sahanın plastik sevinçlerinden ziyade sahici hikayelere tutunmayı tercih edenlerin hissettiği başka bir şey var, terk etmediler buraları. Ve yıllar sonra şampiyon olduklarında şöyle haykırdıklarını işittik:

“Bir yumruk, bir yumruk, bir yumruk

Bir yumruk daha çoğalsın da devirsin

Bize ancak kendi başınalığımızı hatırlatan şu ezbere karanlığı.”**

Erdal Hoş’dan referansla, bu insanların hayat ve ölüm arasında futbolla kurduğu bağa değinelim. Rivayet o ki; Napoli şampiyon olduğunda bir taraftar şehir mezarlığının duvarına “Neler kaçırdığınızı bir bilseniz” yazıyor. Ertesi sabah ise bu yazının altında farklı renkle yazılmış bir yazı daha görülüyor: “Kaçırdığımızı da nereden çıkardınız!”

2022 yılında benzer bir hikayeyi Trabzonsporlular da yaşadı. Yıllar sonra gelen şampiyonluğun ilk sabahı, yapılacak ilk iş olarak mezarlığa gittiler. Babalarına, dedelerine, evlatlarına, arkadaşlarına şampiyon olduklarının haberini vermek için. Eğer bir futbol takımının menşei bir semt, mahalle veya ilçe değil de bir şehirse; bununla birlikte o şehirdeki ezici çoğunluk aynı sevginin paydaşıysa, futbolun yeşil sahadan çıkarak doğurduğu güzelliklere şahit olabiliyorsunuz. Tıpkı gurbetçi bir Trabzonsporlunun bu meseleye yüklediği anlamda olduğumuz gibi: “Bazıları dua eder, ve bu şekilde ölen kişilere yakın hissederler. Ben bütün bunlara inanmıyorum. Sanırım, vefat eden babamla olan bağım Trabzonspor aracılığıyla olmuştur.” Trabzonlular Yahya Kemal’in “biz ölülerimizle birlikte yaşarız” sözüne hayat verirken, Napoliler de Turgut Uyar’ın “bir tören olacaktır/ölülerimiz toplanacaktır” dizelerine veriyordu. Bu iki şehir, birbirinden haberi olmaksızın yine buluşuyordu.

Bu iki şehrin tarihsel ve sosyolojik benzerliğinin yanında hayatın olağan akışı içinde yaşadığı kesişmeler de bana tebessüm ettirmiştir. Napoli’nin şampiyonluk kutlamalarında sokağın ortasında bir baba, bir savaş filminin final sahnesinde kudretli zaferini kutlayan imparator edasıyla, Maradona formasını giydirdiği ve hayatla tanışıklığı henüz birkaç aydan ibaret olan bebeğini havaya kaldırıyordu. Aynı şekilde, Trabzonspor’un şampiyonluğunu ilan ettikten sonra İstanbul’da oynadığı ilk maçta, Aslan Kral’ı anımsatacak şekilde bebeğini havaya kaldıran baba gibi.

Kapitalist üretim ilişkilerinin belirlediği yaşamın içinde, güç bela kendine yer bulan güzelliklerin sağlam bir hatrı olduğuna inanıyorum. Brecht’in bahsettiği gibi, artık erik vermeyen erik ağacının, hala erik ağacı olduğunu yapraklarından anlayabiliriz. Birbirinden haberi olmayan insanların, iki toplumun, belki tarihin farklı zamanlarında yaşamış iki sanatçının; bir şekilde aynı yollarda buluşabileceğine inanmıyor musunuz? “Her şey geçer” dövmeli Napolili dayı ile Farozlu balıkçının gözlerinin içine bakın!

*İsmet Özel – Küçük İbo Neden Trabzonsporlu?

**İsmail Güney Yılmaz – Kasiyer

Leave a reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Çerez Bildirimi

Web sitemizde çerezler kullanılmaktadır. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz bundan memnun olduğunuzu varsayacağız.