Önce Alex kim tanıyalım; Alex, Anthony Burgess‘in “A Clockwork Orange” adlı romanında ve Stanley Kubrick’in aynı adlı film uyarlamasından bir karakterdir. Kitapta Alex’in soyadı belirtilmiyor. Ancak Kubrick filmde soyadını DeLarge olarak seçmiş ve Alex’in romanda kendisini DeLarge (Türkçe “Büyük”) olarak adlandırmasına bir gönderme yapmıştır.
Stanley Kubrick’in Burgess’in klasik romanı “A Clockwork Orange”ı beyaz perdeye uyarlaması bugün hala birçok insanı farklı yönlerden meşgul ediyor. Yıllar içinde pop kültürü alanında çok sayıda sanatçı ve müzisyeni hatta tribün gruplarını (Ultras) etkiledi ve etkilemeye devam ediyor.
Alex’in Hikayesi
Yazının bu noktadan sonrasında kitaba ve filme dair spoiler bulunabilir.
Distopik bir gelecekte yaşayan Alex ilk başta şiddet için programlanmış bir robottan biraz daha fazlası gibi görünüyor. Romanın dünyasında, gençlik şiddeti önemli bir sosyal sorun ve Alex zamanın tipik ama oldukça başarılı bir gencini temsil ediyor.
Modaya uygun giyinen Alex, popüler mekânlara sık sık gitmekte ve çetesinin tartışmasız lideri konumundadır. A Clockwork Orange’daki çoğu genç gibi Alex de nadsat adı verilen son derece stilize bir argoyla konuşur. Alex, işlediği suçlardan aldığı estetik hazzın yanı sıra şiddet ideallerine olan boyun eğmez bağlılığıyla da benzersizdir. Alex, şeytani davranışlarını sanat statüsüne yükseltir. Sanatın kendisini, özellikle de klasik müziği sever. Beethoven, Mozart ve diğer bestecilerin koyu bir hayranı olan Alex, klasik müzik dinlediğinde dini hazza benzer bir şey yaşar. Alex’e göre klasik müzikten aldığı haz, şiddet eylemleri sırasında hissettiği coşkuyla yakından ilişkili. Örneğin bir kaydı dinlerken gırtlağını britva usturası ile keserek çığlık atan dünyanın tüm yüzünü oyduğunu hayal eder. Roman boyunca Alex, en müzikal dilini en vahşi suçlarının tasvirlerine ayırarak müzik ve şiddet arasındaki bağlantıyı daha da vurgulamaktadır.
Alex, müziğin ve vahşetin zevklerini, doğrudan ve duygusal bir şekilde, hiçbir arabuluculuk ya da meditasyon yapmadan yaşamaktadır. Baş düşmanlarından biri olan Frank Alexander’ın aksine, Alex eylemlerini soyut ya da teorik kavramlarla açıklamaya tamamen ilgisizdir ve kendisini nadiren daha geniş bir sosyal bağlamda değerlendirir. Ahlaksızlığının kökenine ilişkin çeşitli hipotezlerle karşılaştığında, Alex’in yanıtları katı bir şekilde entelektüel karşıtıdır. Polis memuru Deltoid’in aksine Alex, kötülüğün insanlar için doğal bir durumu temsil ettiğine ve iyilik kadar geçerli bir varlık durumu olduğuna inanmaktadır. Bu mantığa göre Alex, kendisini zalimce davranma seçeneğinden mahrum bırakmaya çalışan Devlet’in bir birey olarak özgürlüğüne tecavüz ettiğine inanmaktadır. Böylece, şiddeti seçerek, Alex nihayetinde kendi benlik duygusunu onaylamaktadır.
A Clockwork Orange’da Alex’in alçaklığı, ne kadar ahlaksız olursa olsun, insanların kendi kaderlerini tayin etme özgürlüklerinden mahrum bırakılmaması gerektiği temasının altını çizer. Devlet Alex’in kendi ahlaki seçimlerini yapma yeteneğini ortadan kaldırması, Alex’in işlediği tüm suçlardan daha büyük bir kötülüğü temsil eder, çünkü Alex’i bir otomata dönüştürmek nihayetinde insan doğasının vazgeçilebilir olduğu fikrini onaylar. Alex ancak son bölümde, devlet onun koşullanmasını ortadan kaldırdıktan ve dışsal, kontrol edici bir gücün yönlendirmesi olmadan kendi yollarının yanlışlığını görebildikten sonra gerçekten bir insan olarak büyür.
Final sahnesinde Alex’in karda bir kadınla hayalinde seks yaptığı ve etrafına toplanan tüm seyircilerin alkışladığı ve Alex’in de bunu “İyileştim, tamam mı?” diyerek kabul ettiği görülür. A Clockwork Orange filminin sonu, Alex’in kendisini iyileşmiş olarak nitelendirmesinin tam olarak ne anlama geldiği sorusunu açık bırakır.
Resume…
1962 yılında yayınlanan Anthony Burgess’in A Clockwork Orange romanı ikinci Dünya savaşından sonra refaha ulaşan Batı Avrupa ve Anglosakson toplumlarının 1950/60’lı yıllarda giderek neo-liberal kapitalist sisteminin kölesi haline getirilen halkın bir tüketim canavarına evirildiğini anlatıyor. Yazar, o yıllarda İngiltere’de gençler arasında yükselen şiddetin mods, teddy boys, rockers, skins vb. grupların birbirleriyle yaşadıkları husumetten dolayı bir alt kültüre dönüşmesinin endişesine dikkat çekiyor. On yıl sonra 1971 senesinde Stanley Kubrick romanı sinemaya tasarlayarak Burgess’in dikkat çektiği tüketim ve şiddete esir olan toplumun vahşi bir kitleye dönüştüğünü vurguluyor.
Sosyal eleştirel bir konumdan bakıldığında, tedavi Alex gibi bireyin bir kurum olarak devlete karşı zaferini simgelemektedir. Eleştiri, hükümetin, bireyleri manipüle edilebilir bir kitleye dönüştürme çabaları, aynı derecede reklam bağımlısı olan ve bilim tarafından desteklenen güce aç bir kurum olarak tasvir edilmesinde netleşiyor.
Alex’in filmin sonundaki vizyonu, zihninde canlandırdığı sürece toplumun bir parçası olarak şiddet dürtülerini ve tercihlerini kesinlikle gerçekleştirebileceği iç görüsünü göstermektedir. Daha iyimser yorumlarsak, Alex’in tedaviden sonra kendi içinde şiddet ve güçsüzlük yaşadığında, bu iç görüyü düşünme yoluyla ima ediyor. Bu deneyimler onu, gerçek insanların bir hevesle zarar verebileceği birer malzeme olduğu inancından sözde kurtulduğu iç görüsüne ve sonucuna götürüyor.
Alex, Andy Capp gibi Ultra alt kültürünün bir simgesi haline gelmiştir. Andy Capp, toplum dışına itilmiş, kendinden vazgeçmiş, başarısızlığını kabullenmiş, çaresizliğini umursamayan bir karakteri temsil eder. Öte yandan Alex karakteri tüketim bağımlısı haline getirilen, sabahtan akşama kadar robot gibi çalışan, monoton hayatında tek eğlencesi akşam eve geldiğinde TV karşısında yaşayan ve bu durumdan şikayetçi olmayan Halka şiddetle karşılık verdiği sitemidir.
Alex figürüne Avrupa ve Güney Amerika tribünlerinde sıkça rastlanır. Örneğin; İtalya’da Juventus tribünlerinin efsane Ultra oluşumu “Drughi” ismini Anthony Burgess’in romanı A Clockwork Orange dan almıştır, “drughi = romanda Alexin çetesi Droogs”. A Clockwork Orange romanı ve filmi pop kültürünü ve müzik gruplarını da etkiledi. Alman Punk Rock grubu Die Toten Hosen “Hier Kommt Alex” parçası ile 1988 yılında çıkardıkları “Ein bisschen Horror Show” albümünün çıkış parçasıdır. Die Toten Hosen albümün teması tamamen A Clockwork Orange romanı ve filmi üzerinedir.
Anthony Brugess ve Stanley Kubrick 50-60 yıl önce toplumu eserleriyle uyardı ama kimse duymadı. Günümüzde tüketim canavarına dönüşen insan etrafında yaşanan şiddeti çoktan kanıksadı ve gerçeklerden kaçtı kendine bir farklı Dünya oluşturdu “Sosyal Medya!”. Büyük ustalar şimdi hayatta olsalardı içinde yaşadığımız Dünya’yı nasıl kâğıda döker ve sinemaya tasarlarlardı…?